Bir Kurşun, İki Şehit
Sevgi Zubeyde Gurbuz
BT Hayat Online Magazine (www.bthayat.net), Issue 9, March 2002
BT Hayat Online Magazine (www.bthayat.net), Issue 9, March 2002
Üç saattir pusu da bekliyorduk gelmeleri için. Günesin dogumasina daha bir kaç saat vardi. Hiç kipirdamadan beklemek normalde yorucu gelebilirdi ama beklemenin heycaniyla ve teroristlerin gelisi üzerinde ates açmak hazirligiyla, bu yorgunlugu hissetmedim. Gözlerim gecenin karanlik issizligi arasinda dusmani ariyordu. Beynimse, belki de sogugu hissetmemek için ailemin hakkinda düsünmeye basladi.
Dun karim ilk bebegimizi dogurdu. Mutlu haberi karakoldayken almistim; isimini de zaten karar vermistik: BilgeHan. Bilge’yi koyduk çünkü Türkiyemizi kurtaracak olan özellik oydu: egitim, tahsil, bilim, teknoloji, ekonomi…21nci yüzyilin silahi kiliç degil, beynin gücüdür. Ancak gelecege bakarken, geçmisi de unutmamak gerekir. O yüzden Bilge’yi Han’la birlestirdik. Türkler tarih boyunca savasmis ve zafere kavusmus insanlardir. Timur Han, Alparslan, ve Osman Han dunyayi titreten Imparatorluklar kurmus önderlerdir. Imkansizi basaran kisilerdi. Fatih Sultan Mehmet’e “Istanbul fethedilmez!” dediler, ama o gene de gitti ve fethetti. Kurtulus Savasinda, Osmanliya “Avrupanin hasta adami” diyerek battigimizi sandilar, ama Kuvayi Milliye ile birlikte Mustafa Kemal Atatürk onlarin ne kadar cok hatali olduklarini gösterdi. Evet, bizim milletimiz imkansizi basarmistir, ve basarmaya devam edecektir. Hani Özel Kuvvetlerinde derler ya, “Imkansizi basaririz, mücize biraz daha zaman gerekir.” Iste, BilgeHan da Türkiye’yi yeni ufuklara göturecek olan modern savascimiz olacaktir…
Gülümsedim.
Kolumdaki saate baktim. Ilk aydinliga iki saat kalmis. Evet, biraz daha bekleyecegim ve çok nefret ettigim, ülkemi paramparça eden serefsizlere hak ettikleri kursunlari hediye etme imkanim olacak.
Veya…
Bende ölüme bir selam çakacagim, ve bu mis kokulu Anadolu topraklarinda bedenim dinlenecek…
Ölüm…
Evlendigimde bunun hakkinda karimla çok konustum. “Biliyormusun” dedim “bir subayin esi olmanin ne kadar çok zor oldugunu? Bensiz aylar boyunca dayanabilecekmisin? Ölürsem, bu aciyi çekebilecekmisin?” Kizda hayret bir seymis ama, gözlerimin taaaa içine bakarak, hiç ama hiç tereddüt etmeden, “EVET!” demisti. Bana dediki: “Sen benim canimin bir parçasin, uzaklarda olsan bile yanimdasin. Sen tek basinda savastigini mi zannediyorsun? Saçmalama – sen nereye gidersen bende ordayim. Ölmekse, ne diyebilirim? Bazen ölmek gerekiyor. Bazen ölecegini bilerek o son adimi aliyorsun ölüme dogru…vatanin için…ailen için…çünkü sen almazsan, kim alacak? Tereddüt etmene gerek yok, ölmek gerekirse, ölelim – seninle o adimi alirim ben…”
Iste gördünmü? Al sana iste bir gerçek subayin esi!
Içim isindi.
Teröristlerin gelisini heycanla bekliyordum. Bu kez onlara gösterecektik. Bu kez kaçabilecekleri yeri yoktu. Sikistirdik onlari bu kayalarin arasinda. Bu gece mutlaka çatisma olacakti. Bu gece dökülen kanlar için hesap sorulacakti. Bu gece Türkiye’yi yok etmek isteyenleri yok edecektik…
Modern teknoloji çok mühtesem bir seydir. Ben çocugumun dogumunda karimin yaninda olamadim ama, kardesi bana hemen ikisinin resimini e-postayla gönderdi. Bebek karimin parlayan karagözlerini almis. Hemde o kadar çok ufak ve sirin bir seydi ki, kazaren lokum zannedip yiyebilirdim. Ey, BilgeHaaaaaaan…
O anda gölgelerin arasinda yavasça ilerleyen serefsizleri gördüm. Askerlere ates açmalarini emrettim. Teröristler makineli tüfeklerle ve el bombalarla cevapladilar. Karsit verecegim derken, baktim bir patlatilmamis bomba bizim bes askerinin yanina yuvarlanmis. Hemen bombayi geri firlatmak amaciyla üstüne atladim, ancak biraz geç kalmissim ve tam kaldirmak üzereyken bomba yerde patladi. Vucudumu paramparça etti. Ama masallah, vucut da iyi emiciymis haaaa…yastik gibi bombanin dagittigi metal parçalari yakaliyor, ve diger askerlerim hiç yaralanmadilar Allaha sükür. Simdiye kadar birligimden hiç sehit vermemistim…bugün de baslamak istemedim…
Gözlerimi sonsuz için kapatmadan önce, karimin ve bebegimin gülen yüzlerini gördüm, ve gülümsedim. Evet, hep yanimdalarmis, ve hep yanimda olacaklardir.
Bir kursun, iki sehit…biri canini feda eden asker, digeri ona candan bagli olan karisi. Türk tarihinde yukarida çizilen manzara çok görülmüstür. Bombaci Mehmet Çavus [1], Köprülü Hamdi Bey [2], ölümü göze alirak arkadasini birakamayan Mehmetcik [3] … Çanakkale’de, Sakarya’da, Dümlüpinar’da, Güneydogu’da [4] … Yigitleri saysak bitmez.
Sehitler neden kendilerini feda ettiler? Atatürk dediki: ‘Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.’ Sehitler bu vatan için canlarini verdiler! Huzurlu, temiz, gelecegi parlak… güzel bir Türkiyemiz olsun diye canlarini verdiler!
Çocuklari büyüyünce, mutlu olsunlar diye canlarini verdiler!
1923’de elimize verilen ülkeyi neye çevirdik ama?
Biz Türkiye’nin bu kadar çok batmasina nasil izin verdik? Serefsizligi yapanlara kizmiyorum – onlar serefsizdir ve onlardan beklenir hainlik. Ben kendime ve Türk gençlerine kiziyorum. Utaniyorum. Birinci vazifemizi ihmal ettik!
Sehitlerin hep rahat uyumasini dileriz ama, sehitlerimiz gerçekten rahat uyuyorlar mi?
DIPNOTLAR:
[1] "Seddülbahir ve Conkbaykir’in büyük kahramanlarindan biride Bombaci Mehmet Çavus’tu. Bu kahraman Anadolu çocugu, Ingilizlerin siperlerimize firlattigi el bombalarini korkusuzca hemen yakalar, karsi tarafa firlatir ve zararini kendilerine dokundururlardi. Ingilizler bunu anlamis olacaklar ki bombalari bir kaç sayi saydiktan sonra firlatarak Mehmet Çavus’un iadesini önlemeye çalismislardi. Iste böyle bir bomba Mehmet Çavus’un elinde patlayarak sag elinin bileginden kopmasina sebep olmustu. Bu yigit delikanli vazife suuruyla hastahaneden tabur kumandanina yazdigi mektupta söyle diyordu: ‘Sag kolumu kaybettim, zarar yok, sol kolum var. Onunla da pekala is görebilirim. Beni müteesir eden ve yune kitama iltihak edip düsmanla çarpismama mani olan sey yaramin henüz kapanmamis olmasidir. Hastahane’den kurtularak halen harbe istirak edemedigim için beni mazur görünüz, affediniz muhterem kumandanim…’" (Mehmet Çavus’un öyküsünü kimin kayit ettigini bilmiyorum, ben öyküyü eposta vasitasiyla elde ettim.)
[2] Köprülü Hamdi Bey’in kahramanligi Atatürk tarafindan anlatiliyor: "Gelibolu yakininda Akbas denen yerde bulunan cephanelik Fransizlar’in gözetimin altindadir. Istanbul Hükümeti, Itilaf Devletleri’ne boyun egmis görünmeyi yararli saydigindan, buradaki silah ve cephanenin bir bölümünü, Itilaf Devletleri’ne birakmaya söz verir. Bunlari Rusya’ya götürmek üzere bir Rus gemisi de, o günlerde Gelibolu’ya gelir. Fakat, Köprülü Hamdi Bey adinda yigit bir yurtsever, Kuvayi Milliye’den bir birlikle 26/27 Subat 1920 gecesi, cephanelige saldirir. Fransizlar’i tutuklar. Silahlarlar bütün cephaneyi yurt içine yollar. Bundan sonra da Fransizlar’i geri gönderir. Bunun üzerine Ingilizler, iki yüz kisilik bir kuvvetle Bandirmayi isgal ederler. Atatürk, bu olay üzerine, bütün komutanliklarla bir genelge göndererek, gereken önlemlerin alinmasi konusunda onlari uyarir. Yine bu günlerde Anzavur, Balikesir ve Biga dolaylarinda, oldukça önemli ve korkunç durumlar yaratmayi basarir. Anzavur’un amaci, Balikesir’de, arkadan vurmaktir. Bu nedenle yanina, Biga’da Kuvayi Milliye’ye karsi saldirida bulunur. Büyük bir basari kazanir. Erlerimizi ve subaylarimizi esir alir. Çogu erler ve subaylar da sehit düser. Akbas olayinin yigidi Hamdi Bey de bu sehitler arasindadir."
(Mustafa Kemal Atatürk, Söylev ‘Nutuk’, Hazirlayan: Dil Dernegi, Kurtulus Yayinlari, Kasim 1997.)
[3] Dostluk ve vefaya dair sevdigim bir hikaye var. Kim yazdi yada kimin hakkinda oldugunu bilmiyorum. Bunu da bir arkadastan eposta vasitasiyla almistim.
"Savasin en kanli günlerden bir asker en iyi arkadasinin az ilerde kanlar içinde yere düstügünü gördü. Insanin basini bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacagin ates yagmuru altindaydilar.
Asker Tegmen’e kostu ve:
- Tegmenim, firlayip arkadasimi alip gelebilirmiyim?
Delirdin mi? der gibi bakti Tegmen.
- Gitmeye deger mi? Arkadasin delik desik olmus…Büyük olasilikla ölmüstür bile. Kendi hayatini da tehlikeye atma sakin.
Asker israr etti ve Tegmen ‘peki’ dedi. ‘Git o zaman.’
Inanilmasi güç bir mücize…Asker o korkunç ates yagmuru altinda arkadasina ulasti. Onu sirtina aldi ve kosa kosa döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandilar. Tegmen kanlar içindeki askeri muayene etti. Sonra arkadasina döndü.
- Sana degmez, hayatini tehlikeye atmaya degmez, demistim. Bu zaten ölmüs.
- Degdi Tegmenim, dedi asker.
- Nasil degdi, dedi Tegmen. Bu adam ölmüs görmüyormüsün?
- Gene de degdi, komutanim. Çünkü yanina ulastigimda henüz sagdi. Onun son sözlerini duymak dunyaya bedeldi benim için. Ve arkadasinin son sözlerini hiçkirarak tekrarladi: ‘Gelecegini biliyordum!’ demisti arkadasi, ‘Gelecegini biliyordum!’ "
[4] Hakan Evrensel, Güneydogu Öyküler I ve II, Ümit Yayincilik, Ankara, 1999.
Dun karim ilk bebegimizi dogurdu. Mutlu haberi karakoldayken almistim; isimini de zaten karar vermistik: BilgeHan. Bilge’yi koyduk çünkü Türkiyemizi kurtaracak olan özellik oydu: egitim, tahsil, bilim, teknoloji, ekonomi…21nci yüzyilin silahi kiliç degil, beynin gücüdür. Ancak gelecege bakarken, geçmisi de unutmamak gerekir. O yüzden Bilge’yi Han’la birlestirdik. Türkler tarih boyunca savasmis ve zafere kavusmus insanlardir. Timur Han, Alparslan, ve Osman Han dunyayi titreten Imparatorluklar kurmus önderlerdir. Imkansizi basaran kisilerdi. Fatih Sultan Mehmet’e “Istanbul fethedilmez!” dediler, ama o gene de gitti ve fethetti. Kurtulus Savasinda, Osmanliya “Avrupanin hasta adami” diyerek battigimizi sandilar, ama Kuvayi Milliye ile birlikte Mustafa Kemal Atatürk onlarin ne kadar cok hatali olduklarini gösterdi. Evet, bizim milletimiz imkansizi basarmistir, ve basarmaya devam edecektir. Hani Özel Kuvvetlerinde derler ya, “Imkansizi basaririz, mücize biraz daha zaman gerekir.” Iste, BilgeHan da Türkiye’yi yeni ufuklara göturecek olan modern savascimiz olacaktir…
Gülümsedim.
Kolumdaki saate baktim. Ilk aydinliga iki saat kalmis. Evet, biraz daha bekleyecegim ve çok nefret ettigim, ülkemi paramparça eden serefsizlere hak ettikleri kursunlari hediye etme imkanim olacak.
Veya…
Bende ölüme bir selam çakacagim, ve bu mis kokulu Anadolu topraklarinda bedenim dinlenecek…
Ölüm…
Evlendigimde bunun hakkinda karimla çok konustum. “Biliyormusun” dedim “bir subayin esi olmanin ne kadar çok zor oldugunu? Bensiz aylar boyunca dayanabilecekmisin? Ölürsem, bu aciyi çekebilecekmisin?” Kizda hayret bir seymis ama, gözlerimin taaaa içine bakarak, hiç ama hiç tereddüt etmeden, “EVET!” demisti. Bana dediki: “Sen benim canimin bir parçasin, uzaklarda olsan bile yanimdasin. Sen tek basinda savastigini mi zannediyorsun? Saçmalama – sen nereye gidersen bende ordayim. Ölmekse, ne diyebilirim? Bazen ölmek gerekiyor. Bazen ölecegini bilerek o son adimi aliyorsun ölüme dogru…vatanin için…ailen için…çünkü sen almazsan, kim alacak? Tereddüt etmene gerek yok, ölmek gerekirse, ölelim – seninle o adimi alirim ben…”
Iste gördünmü? Al sana iste bir gerçek subayin esi!
Içim isindi.
Teröristlerin gelisini heycanla bekliyordum. Bu kez onlara gösterecektik. Bu kez kaçabilecekleri yeri yoktu. Sikistirdik onlari bu kayalarin arasinda. Bu gece mutlaka çatisma olacakti. Bu gece dökülen kanlar için hesap sorulacakti. Bu gece Türkiye’yi yok etmek isteyenleri yok edecektik…
Modern teknoloji çok mühtesem bir seydir. Ben çocugumun dogumunda karimin yaninda olamadim ama, kardesi bana hemen ikisinin resimini e-postayla gönderdi. Bebek karimin parlayan karagözlerini almis. Hemde o kadar çok ufak ve sirin bir seydi ki, kazaren lokum zannedip yiyebilirdim. Ey, BilgeHaaaaaaan…
O anda gölgelerin arasinda yavasça ilerleyen serefsizleri gördüm. Askerlere ates açmalarini emrettim. Teröristler makineli tüfeklerle ve el bombalarla cevapladilar. Karsit verecegim derken, baktim bir patlatilmamis bomba bizim bes askerinin yanina yuvarlanmis. Hemen bombayi geri firlatmak amaciyla üstüne atladim, ancak biraz geç kalmissim ve tam kaldirmak üzereyken bomba yerde patladi. Vucudumu paramparça etti. Ama masallah, vucut da iyi emiciymis haaaa…yastik gibi bombanin dagittigi metal parçalari yakaliyor, ve diger askerlerim hiç yaralanmadilar Allaha sükür. Simdiye kadar birligimden hiç sehit vermemistim…bugün de baslamak istemedim…
Gözlerimi sonsuz için kapatmadan önce, karimin ve bebegimin gülen yüzlerini gördüm, ve gülümsedim. Evet, hep yanimdalarmis, ve hep yanimda olacaklardir.
Bir kursun, iki sehit…biri canini feda eden asker, digeri ona candan bagli olan karisi. Türk tarihinde yukarida çizilen manzara çok görülmüstür. Bombaci Mehmet Çavus [1], Köprülü Hamdi Bey [2], ölümü göze alirak arkadasini birakamayan Mehmetcik [3] … Çanakkale’de, Sakarya’da, Dümlüpinar’da, Güneydogu’da [4] … Yigitleri saysak bitmez.
Sehitler neden kendilerini feda ettiler? Atatürk dediki: ‘Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.’ Sehitler bu vatan için canlarini verdiler! Huzurlu, temiz, gelecegi parlak… güzel bir Türkiyemiz olsun diye canlarini verdiler!
Çocuklari büyüyünce, mutlu olsunlar diye canlarini verdiler!
1923’de elimize verilen ülkeyi neye çevirdik ama?
- Rüsvet ve torpil hala geçerli
- Siyasetçilerimiz sadece kendi çikarlarina bakiyorlar
- Yolsuzluklara göz yumuluyor
- Vatandaslarimiz karinlarini zor doyururken, yabancilarin önlerine kirmizi hali seriliyor ve her istediklerine boy egiliyor
- Tahsili insanlarimiz bile gerçek anlamda bilim yapamiyor
- Yeni fikirler getiren, ümit dolu gençlerimizi de sistem engelliyor…
Biz Türkiye’nin bu kadar çok batmasina nasil izin verdik? Serefsizligi yapanlara kizmiyorum – onlar serefsizdir ve onlardan beklenir hainlik. Ben kendime ve Türk gençlerine kiziyorum. Utaniyorum. Birinci vazifemizi ihmal ettik!
Sehitlerin hep rahat uyumasini dileriz ama, sehitlerimiz gerçekten rahat uyuyorlar mi?
DIPNOTLAR:
[1] "Seddülbahir ve Conkbaykir’in büyük kahramanlarindan biride Bombaci Mehmet Çavus’tu. Bu kahraman Anadolu çocugu, Ingilizlerin siperlerimize firlattigi el bombalarini korkusuzca hemen yakalar, karsi tarafa firlatir ve zararini kendilerine dokundururlardi. Ingilizler bunu anlamis olacaklar ki bombalari bir kaç sayi saydiktan sonra firlatarak Mehmet Çavus’un iadesini önlemeye çalismislardi. Iste böyle bir bomba Mehmet Çavus’un elinde patlayarak sag elinin bileginden kopmasina sebep olmustu. Bu yigit delikanli vazife suuruyla hastahaneden tabur kumandanina yazdigi mektupta söyle diyordu: ‘Sag kolumu kaybettim, zarar yok, sol kolum var. Onunla da pekala is görebilirim. Beni müteesir eden ve yune kitama iltihak edip düsmanla çarpismama mani olan sey yaramin henüz kapanmamis olmasidir. Hastahane’den kurtularak halen harbe istirak edemedigim için beni mazur görünüz, affediniz muhterem kumandanim…’" (Mehmet Çavus’un öyküsünü kimin kayit ettigini bilmiyorum, ben öyküyü eposta vasitasiyla elde ettim.)
[2] Köprülü Hamdi Bey’in kahramanligi Atatürk tarafindan anlatiliyor: "Gelibolu yakininda Akbas denen yerde bulunan cephanelik Fransizlar’in gözetimin altindadir. Istanbul Hükümeti, Itilaf Devletleri’ne boyun egmis görünmeyi yararli saydigindan, buradaki silah ve cephanenin bir bölümünü, Itilaf Devletleri’ne birakmaya söz verir. Bunlari Rusya’ya götürmek üzere bir Rus gemisi de, o günlerde Gelibolu’ya gelir. Fakat, Köprülü Hamdi Bey adinda yigit bir yurtsever, Kuvayi Milliye’den bir birlikle 26/27 Subat 1920 gecesi, cephanelige saldirir. Fransizlar’i tutuklar. Silahlarlar bütün cephaneyi yurt içine yollar. Bundan sonra da Fransizlar’i geri gönderir. Bunun üzerine Ingilizler, iki yüz kisilik bir kuvvetle Bandirmayi isgal ederler. Atatürk, bu olay üzerine, bütün komutanliklarla bir genelge göndererek, gereken önlemlerin alinmasi konusunda onlari uyarir. Yine bu günlerde Anzavur, Balikesir ve Biga dolaylarinda, oldukça önemli ve korkunç durumlar yaratmayi basarir. Anzavur’un amaci, Balikesir’de, arkadan vurmaktir. Bu nedenle yanina, Biga’da Kuvayi Milliye’ye karsi saldirida bulunur. Büyük bir basari kazanir. Erlerimizi ve subaylarimizi esir alir. Çogu erler ve subaylar da sehit düser. Akbas olayinin yigidi Hamdi Bey de bu sehitler arasindadir."
(Mustafa Kemal Atatürk, Söylev ‘Nutuk’, Hazirlayan: Dil Dernegi, Kurtulus Yayinlari, Kasim 1997.)
[3] Dostluk ve vefaya dair sevdigim bir hikaye var. Kim yazdi yada kimin hakkinda oldugunu bilmiyorum. Bunu da bir arkadastan eposta vasitasiyla almistim.
"Savasin en kanli günlerden bir asker en iyi arkadasinin az ilerde kanlar içinde yere düstügünü gördü. Insanin basini bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacagin ates yagmuru altindaydilar.
Asker Tegmen’e kostu ve:
- Tegmenim, firlayip arkadasimi alip gelebilirmiyim?
Delirdin mi? der gibi bakti Tegmen.
- Gitmeye deger mi? Arkadasin delik desik olmus…Büyük olasilikla ölmüstür bile. Kendi hayatini da tehlikeye atma sakin.
Asker israr etti ve Tegmen ‘peki’ dedi. ‘Git o zaman.’
Inanilmasi güç bir mücize…Asker o korkunç ates yagmuru altinda arkadasina ulasti. Onu sirtina aldi ve kosa kosa döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandilar. Tegmen kanlar içindeki askeri muayene etti. Sonra arkadasina döndü.
- Sana degmez, hayatini tehlikeye atmaya degmez, demistim. Bu zaten ölmüs.
- Degdi Tegmenim, dedi asker.
- Nasil degdi, dedi Tegmen. Bu adam ölmüs görmüyormüsün?
- Gene de degdi, komutanim. Çünkü yanina ulastigimda henüz sagdi. Onun son sözlerini duymak dunyaya bedeldi benim için. Ve arkadasinin son sözlerini hiçkirarak tekrarladi: ‘Gelecegini biliyordum!’ demisti arkadasi, ‘Gelecegini biliyordum!’ "
[4] Hakan Evrensel, Güneydogu Öyküler I ve II, Ümit Yayincilik, Ankara, 1999.